Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun verdiği bilgiye göre Ahmet Haşim, ilk şiirlerini topladığı ‘Göl Saatleri’nin çiçeklerini İzmir İdadisi (Lise)’nde Fransızca öğretmeni olarak çalıştığı dönemde (1908–1911), Halkapınar’da derlemişti. Ahmet Haşim için Halkapınar, suların, ağaçların, kuşların dile geldiği yerdi. Hâlbuki Yakup Kadri, Halkapınar’ı, kıyıları cılız sazlarla çevrili su birikintileri olan, ara sıra birkaç leyleğin konduğu ‘bir kır parçası’ olarak görmekteydi.
Yirminci yüzyılın başlarında Halkapınar deyince akla, su fabrikası ve bir hastalık kaynağı olan bataklık geliyordu. Sadece Su Şirketinin bahçesiyle sınırlı hale gelen mesire yeri özelliği ise büyük ölçüde geride kalmıştı. Mitoloji konusunda Sanayi-i Nefise’de ders verecek kadar bilgi sahibi olan Ahmet Haşim Halkapınar’a bakarken, büyük olasılıkla İlkçağ’ın efsunlu tablosundan ilham alıyordu.
Kaynağını Kokluca Dağı eteklerinden alan ve Prehistorik çağlardan itibaren bölgenin en büyük tatlı su kaynağı olan Halkapınar gölcüğü, buradan beslenip usul usul akarak kısa bir yolculuk sonrasında İzmir Körfez’ine kavuşan Meles Çayı, antik dönemden itibaren önemli bir bölge oldu. Kıyısında ünlü ozan Homeros’un doğduğu Meles bir yana, gölcüğün kendisi de efsanelerin hayat verdiği bir kişiliğe sahipti.
Derler ki; bu yörede bulunan su kaynakları, kenti tufan tehdidi altında bırakınca, bilge biri çıkmış, su kaynağını sihirli yüzüğüyle mühürlediği bir kapının arkasına hapsetmiştir. Ve yine derler ki, kapıdan sızan sular, gölcüğü ve Meles Çayı’nı meydana getirmiştir. Bir başka söylenceye göre ise burası Tanrıça Diana (Yunan mitolojisinde Artemis)’nın gözlerden ırak banyo yaptığı yerdir. Gölcüğün içinde görülen kalıntılar da Diana onuruna inşa edilen tapınaktan arda kalanlardır. Bilge Umar daha geriye giderek, “Diana Hamamları” olarak adlandırılan yerin, Helenistik dönem öncesi Ana Tanrıça Kybele kültü ile bağlantılı olduğunu ileri sürmektedir. Bir iddiaya göre de, Homeros’un İliada ve Odysseia’daki destan kahramanlarının güçlendirici ilaç niyetine kullandıkları pramnos şarabı da burada üretilmiştir.
Söylenceler ne olursa olsun, ‘Diana Hamamları’ ve çevresine kazandırdığı yeşillik, antik dönemden itibaren bir dinlence merkezi olarak görülmesini sağlıyordu. M.S. II. yüzyılda yaşamış olan ünlü İzmirli hatip Aristides, İzmir’in sıcağından kaçmak istediğinde, Meles’in kaynağının yani Halkapınar gölcüğünün cazibesine kapıldığını yazmaktadır. Osmanlı döneminde de bölge, mesire yeri olarak ününü korudu. 1671’de İzmir’e gelen Evliya Çelebi İzmir’in seçkin ailelerinin piknik yaptığı Halkapınar’ı “cennetten bir köşe” olarak nitelendirmişti.
XVIII. yüzyılın hemen başlarında İzmir’e gelen Joseph de Tournefort Diana Hamamları’ndan söz ederken, mermerden büyük bir binanın kalıntılarına dikkat çekmekte, annesinin Homeros’u burada değil de Meles kıyısında doğurmasını talihsizlik olarak nitelendirmektedir. XIX. yüzyılda, A. Haşim gibi zihinleri söylencelerle dolu olarak İzmir’e gelen seyyahların da ilk ziyaretgâhlarından biridir Diana Hamamları. Ancak bir kısmının hayal kırıklığını açıkça ifade etmesine neden olan bataklıklaşma artık gözden kaçmamakta, giderek bölge eski letafetini kaybetmektedir. 1868 yılına ait bir belgede Vilayet Genel Meclisi, İzmir’in nüfus artışına çözüm olarak Halkapınar’daki 150–200 dönüm bataklığın kurutularak iskâna açılması önerisini getirmektedir. Ama sanayi kuruluşlarının daha da genişlettiği bataklık, uzun yıllar bir hastalık kaynağı oluşturduktan sonra, ancak Cumhuriyet döneminde kurutulabildi.
Osmanlı Devleti’nin son yıllarında, bölgenin önemini korumasını sağlayan, Halkapınar gölcüğünün İzmir’in bir başka sorununa, su ihtiyacına cevap vermesi oldu. Nüfusun artması ve şehrin genişlemesiyle mevcut su kaynakları yetersiz hale gelince, bir şirket eliyle Halkapınar’daki su kaynağının, kullanıma sunulması teklifi kabul edildi. 1893’te faaliyete geçen Su Şirketi, Halkapınar’da kurduğu tesislerle, hiç değilse kentin bir bölümünün su ihtiyacını uzun yıllar karşıladı. Su Şirketi’nin gölcüğün etrafını düzenleyerek, ziyarete açık bir bahçe haline getirmesi İzmirlilerin bir diğer kazancıydı. Bu bahçe uzun süre, Aristides’in 1800 yıl önce yaptığı gibi İzmir’in sıcağından kaçmak isteyenlerin sığınağı oldu. 1905’te Hükümet önünden kalkan bir faytona binip 38 metelik ödeyerek Halkapınar bahçesine ulaşabilirdiniz. Şirket, 1943’te İzmir Belediyesi tarafından satın alındıktan sonra da Halkapınar şehrin önemli bir kısmının su ihtiyacını karşılamaya devam etti. Bataklık alanın kurutulması ise yılları bulan bir çalışma sonucunda tamamlanabildi. Kurutulan bataklık alanı üzerinde Atatürk spor tesisi, fabrikalar, sanayi siteleri ve evler yer alıyor.
Halkapınar gölü 1973’te büyük ölçüde kurudu. 1975 yılında Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü Halkapınar’daki su tesisleri, su havuzu ve göl alanının 3. derece sit alanı olarak koruma altına alınmasını kararlaştırdı. Su Fabrikasının binası ise İZSU binası olarak hizmet veriyor. İzmir posta kartlarının vazgeçilmez öğelerinden biri olan su derleme yapısının restorasyonu için 2006’da onay alınmışsa da şu ana kadar ne yapıldığı hakkında bilgimiz yok. 2013’te Halkapınar su fabrikası sahasına yeni bir bina yapılmasına karar verildi. Geçtiğimiz yıl ‘akıllı’ olacak bu binanın proje çalışmalarına başlanmıştı. Zaman ne getirecek kep birlikte göreceğiz. Ama suların, ağaçların, kuşların dile geldiği, sazlıklarla çevrili yerden, birkaç mimari unsur dışında sadece Ahmet Haşim’in dizeleri yadigâr kaldı:
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
Dr. Erkan SERÇE