Latmos Heraklia’sı/ Gülnur Güçlü

Bafa Gölü salınıp, dalgalarını yollarken ayak ucuma, Selene'nin efsanesini söylüyor kulağıma, güneşi batırırken, bir çay içimi..

Bafa Gölü içindeki en ilginç yerleşimlerden birisi Latmos, Heraklia Kentinin atası. Gökten düşmüşçesine gösterişli, çokça yuvarlakça, üstüste yığılmış kayalar. Bu kayalar mağaralar, manastırlarla bir olmuş, saklamışlar sırlarını. O güzel duvar resimlerini.

Esrarlı ve görkemli Beşparmak, antik adıyla Latmos Dağı.

Bu dağ eteklerinde bir köy, Kapıkırı.
Bafa Gölü’ne tepeden bakan bir yamaçta.
Antik kent ile köy koyun koyuna.
Şimdiki zamandaki gizli geçmiş.
Selene ve Endymion.

Surlar ve surlarda kuleler hala ayakta.Göl seviyesinden 500metre yüksekliğe kadar çıkan bu duvarların 65 kule ile güçlendirildiği ve 6.5 kilometre olduğu biliniyor. Büyük bölümü ayakta üstelik.

İki katlı agora’ nın tek katı ayakta, Athena Tapınağı, Kent Meclisi (bouleuterion), Endymion’un mezarı kentini kucaklıyor hala.
Köy halkı her yerden çıkıp, el emeklerini sunuyor. Çocuk heryerde çocuk, bir itiş, bir kakış, oyun.
Her yerde asırlık zeytin ağaçları. Binlerce kaya mezarı, doğal kayalara oyulmuş, kapaklı ve kapakları yitmişiyle.
Laleler, papatyalar bezemiş yolları.Çiçekten çiçeğe konup, yürüyoruz.Pantakrator İsa’ya.

Efes-Milet ticari yolu üzerinde olmayan, Latmos Körfezindeki Heraklia, hiçbir zaman önemli bir şehir olamaz: Bir zamanlar deniz olan Söke Ovası, MÖ 1.yy sonlarında Menderes Nehrinin taşıdığı alüvyonlarla denizle olan bağlantısnı yitirir. Deniz ticaretini Milet şehrine kaptırır. Bafa Gölü de denizden bir parça olarak arada kalır. İyonya’da olmasına rağmen, bir Karya şehrinin özelliklerinde aynı kaderi paylaşır.Heraklia da komşusu Milet ve Priene şehirleri gibi birbirini dik kesen caddelerden oluşur. Milattan sonra yedinci yüzyılda, Sina ve Filistin dünyasından gelişen İslamiyet nedeniyle uzaklaşan keşişler, terkedilmiş Bafa dünyasına tutunur. Onüç kadar manastırla Anadolu’nun en büyük manastır merkezlerinden olur.

Doğal görsellik arası, Bafa Gölünü şimdilik bırakıp , teras, şapel, merdivenler derken, kayalar arası zorlu adımlarımızla bizi karşılayan ilk ödül, Akavlu Manastırının kapısındaki güneş saati. Dikey bir çubuk yardımı ile güneşin ufuktaki hareketi ve bu çubuk ile yarattığı gölgeyi izleyip, zamanı tahmin etmeye çalışmak.Bilim, zaman, merak ve yine de tutamamak .

Düşleyerek geldiğim ikinci ödüle ulaştırıyor bizi taşlı, kayalı , bir ince yol. Düz zeminden yoksun ve altından bir derenin geçtiği, yukarı doğru uzanıp, eliptik bir şapka gibi içi boş bu doğal kayadaki keşiş hücresi, yani, tefekkür odasına erişiyoruz. Bu kubbe biçimli , içi boşalmış kaya oluşumun tavanı ve duvarları bezenmiş.Sarı, kahverengi, çok az İzmir yeşiliyle. Büyüleniyoruz, bu dağ başında İsa’yla karşılaşınca…

Arkalıksız bir tahtta oturan İsa, bir eliyle baba-oğul-kutsal ruhu işaretliyor, bir eliyle ahşap incili taşıyor. İsa’yı çevreleyen ışıltılı mandorla,yani; badem çekirdeği biçimli madalyon, uçan melek çiftiyle taşınıyor. Güneş tanrısı Helios ve ay tanrıçası Selene resmedilmiş. İsa’nın kozmosun efendisi olduğu anlatılmış.Aziz figürleri, yine Meryem ve çocuk İsa, tahripli de olsa, İncil yazarları ve beş havariler…

İsa burada cihan hakimi, yani pantakrator.

Onuncu yüzyıldan kalan bu resim, bölgenin en iyi korunmuş örneği. Tahrip edilmiş, evet, ama yine de erişmiş bize, ya sonrası? Yetkililerden gereken ilgiyi bekliyor.

Geleceğini bilemiyorsak da, buranın cana yakın köylüsü sarmış antik kenti.Kah sütunlar üzerindeki çiçek saksıları, kah sütun arası çamaşır ipleri, kah bouleuterion daki kamelyasıyla..

Diğer manastır izleri ve kalkolitik döneme tarihlenen doyumsuz kaya resimleriyse başka keşife kaldı.

Dönüş için ayaklarım gönüllü değil hiç.

Kulağımdaki laleye takılan teyze, “alıp gidersiniz burdan baharı, işte böyle ” diye sevecen, uğurluyor beni..

Ve Bafa Gölü salınıp, dalgalarını yollarken ayak ucuma, Selene’nin efsanesini söylüyor kulağıma, güneşi batırırken, bir çay içimi :

selene
bafa gölünün
şimdi birkaç altın kumu
söyler eski efsaneyi
yakışıklı çoban endymion’a aşık
ay tanrıçası selene
işte burada umutsuzluk
çünkü ölümlü bir insanla
olmaz zeus yasalarına göre
ay ışığında bafa gümüş tepsi
çünkü selene
sevdiğine ışıklarını döker parlakça
latmos dağları, karia şahit buna
kızının mutluluğunu istese de zeus
ölümlüdür endymion
kolaydır zeusa çözüm
ölümsüzlüğü verir ama
kalacaktır sonsuz uykuda
sessiz ay ışığının en yuvarlağında sadece
endymion ile selene
parlak ışıklar altında ve melankolide
aşkını bu mutlak sessizliğin örttüğü
bir heyecanla sarar yine sonsuz uykusunda
sonra bulutların içinde kaybolur selene
çağrısıdır erken bir ölümün
yaşam gerçektir yalnızca.
Seni içimde büyütüyorum Selene.

Ecz.Gülnur Güçlü

Yılların içinden süzülen anılar…





error: Content is protected !!