Tek Tek Dağları Çevresinde Ortaçağa Yolculuk / Ceyhun Balcı

"Şanlıurfa'daki ikinci günümüz kent çevresinde geçecek. Böylelikle, Tektek Dağları çevresinde saat yönünün tersine bir daire çizerek kente geri dönmüş olacağız."

TEK TEK DAĞLARI ÇEVRESİNDE KEŞFEDİLMEYİ, ARAŞTIRILMAYI BEKLEYEN KÜLTÜREL DOKU

Harranʼın yakın çevresi ve bilhassa kuzeyi, günümüzde GAP projesi sayesinde sulanabilen verimli bir ovayken doğusunda dev halkalar halinde kabarmış, kireçtaşından oluşan, kemik renginde taşlardan oluşan garip bir coğrafya başlar. Milli Park statüsünde korunan bu ilginç coğrafya, aynı zamanda kültürel değerleri ile de dikkat çeker. Bunlar arasında Bazda mağaraları, Han el-Baʼrur Kervansarayı, Şuayb şehri, Soğmatar ve Senemağar öne çıkar…

TEKTEK DAĞLARI ÇEVRESİNDE ORTAÇAĞA YOLCULUK

Şanlıurfa’daki ikinci günümüz kent çevresinde geçecek. Böylelikle, Tektek Dağları çevresinde saat yönünün tersine bir daire çizerek kente geri dönmüş olacağız.

İlk olarak güneye yöneliyoruz. Suriye sınırındaki Akçakale’ye varmadan doğuya dönüp Harran’a varıyoruz. Harran sözcük anlamı bakımından “yolların kavuştuğu yer” anlamına geliyor. Akatça’da ise Harranu “seyahat, kervan” anlamında kullanılmış. Her iki anlamı da Harran’ın İpek Yolu üzerindeki önemli işleviyle uyumlu. Asur Ticaret Kolonileri döneminde de Harran kervanların uğrak ve durak yeri olmuş. Kent surlarla çevrelenmiş. Kalenin Emevi Halifesi II. Mervan’ın yaptırdığı görkemli sarayın nüvesi olduğu biliniyor. Harran Höyüğü kazıları kentte MÖ VII. yy’da Halaf kültürünün egemen olduğunu koymuş ortaya.

Kent, tarihin en eski üniversitesi olarak da kabul edilen Harran Üniversitesi’nin de kurulduğu yer olmasıyla ünlenmiş. Ünlü tıp ve matematik bilgini Sabit bin Kurra, dünyanın aya uzaklığını ilk olarak doğru hesaplayan El Battani, cebirin mucidi sayılan Cabir bin Hayyan burada ders veren ünlülerden bir kaçı. Harran’da kendisini göstermiş olan Urfa Felsefe Ekolü ile Harran Felsefe Ekolü’nün oluşmasında Yunan Felsefesi eserlerinin Latince’den Arapça’ya burada çevrilmiş olması önemli rol oynamış. Hz Ömer döneminde (MS 639) İslâm egemenliğine geçen Harran son Emevi Halifesi II. Mervan döneminde kısa bir süre başkent olarak da hizmet görmüş.

Türkiye toprakları içinde İslâm mimarisi ile yapılmış (MS 740-750) en eski cami olan Ulu Cami Harran’ın önde gelen bir başka tarihsel varlığıdır. 104×107 metre boyutlu bir alanı kaplayan Ulu Cami aynı anda 12 bin kişinin ibadetine olanak verecek büyüklüktedir. Halife II. Mervan dönemi eseri olan Ulu Cami değişik dönemlerde onarım görmüş olmakla birlikte Moğol istilasıyla büyük ölçüde yıkılmıştır. Gözlem amacıyla da kullanıldığı düşünülen minaresi kısmen de olsa ayaktadır. Ulu Cami’de arkeolojik kazı çalışmaları sürmektedir.

Harran’da kalıntılarına rastlanan bir diğer inanç da Ay Tanrısı’na inananlara ait Sin Tapınağı’dır. Ayın yanı sıra Zühre=Venüs=İştar yıldızına, Güneş’e ve başka gezegenlere de tapınılmış. Harran’daki gözlem kulesinin gök cisimlerine tapınçtan kaynaklanan bir gereksinim olması da güçlü olasılıktır. Bu inanç varlığını Hıristiyanlık ve Müslümanlık dönemlerinde de korumuş. Halife Mem’un döneminde karşı karşıya kaldıkları yoğun baskı karşısında Sin inancına mensup topluluklar SABÎ’liğe geçerek inançlarını koruma ve canlarını kurtarma yolunu seçmişler.

Bölge ikliminin gereklerine uygun şekilde kışın sıcak, yazın serin tutacak şekilde tasarlanmış olan Harran kümbet evleri de özgün biçemleriyle varlıklarını sürdürüyorlar. Konik külahları 30-40 tuğla dizisinden oluşuyor. Başkaca desteği olmadığı için dizideki bir tuğlanın çekilmesi külahın yıkılmasına yol açabilecek özellikte. Evini başına yıkmak deyişinin bu özellikten kaynaklandığını söyleyenler eksik değil. Bir grup kümbet ev Harran Kültür Evi olarak düzenlenmiş. Evin önündeki deve Harran’ın kervansaray geçmişine gönderme yapan bir görüntü oluşturuyor.

Şanlıurfa’daki tarihsel ve kültürel kalıntılar Ortaçağ’ı solumanızı, duyumsamanızı sağlayacak türden. Harran’da rastladığımız işlemeli giysili kadınlar, igalleriyle boy gösteren erkekler bu kanıyı doğrulayan canlı örneklerdi!

BAZDA MAĞARALARI 
Han el Barur kervansarayına giderken yol üstündeki mağaralara uğruyoruz. Cetvelle kesilmiş gibi düzgün görünümlü bu mağaralar yapılarda kullanılacak taş gereksiniminin karşılanması amacıyla insan eliyle oluşturulmuş. Bazda Mağaraları adıyla da anılan bu yapıların geçmişi XIII. yy’a dek uzanıyor. Harran Ulu Camisi’nin bu ocaklardan sağlanan taşla yapıldığı biliniyor.

HAN EL BAR’UR KERVANSARAYI
Bir sonraki durağımız olan Han el Bar’ur Kervansarayı Harran-Bağdat yolu üzerindeki önemli bir konaklama yeri. Geçmişi Eyyubilere dek giden bu yapı Anadolu Selçuklu mimarisi özellikleri taşıyor. 1219’da Hacı Hüsameddin Ali Bey tarafından yaptırıldığı yazıtındaki bilgilerden anlaşılıyor. Ba’rur “keçi gübresi” anlamına geliyor. Söylenceye bakılırsa kervansarayı yaptıran kişi başlangıçta hanı kuru üzümle doldurmuş ve konaklayanlara ikram etmiş. Geleceğe dönük olarak da kendisinden sonra geleceklerin hanı üzüm yerine keçi gübresiyle dolduracaklarını söylediğine inanılıyor. Moğol istilasıyla harap olan yapı yerli halk tarafından uzun yıllar boyunca ahır olarak kullanılmış. Yapıldığı yılları bilemiyoruz ama yakın zamanda hanın keçi gübresiyle doldurulması öngörüsü gerçekleşmiş diyebiliriz.

ŞUAYİP ŞEHRİ
Han el Bar’ur’a 13 kilometre uzaklıkta varlık tarihi geç Roma dönemine (MS 4-5 yy) tarihlenen Şuayıp Şehri’ne varıyoruz. Hz Şuayıp’ın adını taşıyan şehir Hz Musa’nın yaşamını geçirdiği kent olarak da önem taşır. Öne sürüldüğüne göre bir Mısırlının ölümüne yol açtığı savlanan Musa canını kurtarmak Mısır’dan buraya kaçar. Hz Şuayb’ın kızıyla evlenerek ona damat olur. Yaşamının bir bölümünü burada geçirir. Geçmişi MS 4-5. Yy’a tarihlenen bu kente adını veren Şuayıp “eski insan şehri” anlamına gelmektedir. Tipik Roma mimarisiyle yapılmış olan evlerin altında ana kayaya oyulmuş bir kiler yer alır. Kent kalıntıları oldukça harap durumdadır.

SOĞMATAR
Şuayıp şehrinin 18 kilometre uzağında yer alan Soğmatar antik kentinin geçmişi MS II. Yy’a tarihlenmektedir. Soğmatar’ın sözcük anlamı sulak sokaktır. Köyün adı da bu anlama uygundur. Yağmurlu! Abgar krallığı döneminde kentin ay ve gezegen tanrıları için tapınılan bir kült merkezi olduğu kabul gören görüştür.

Ay tanrısı Sin’e tapınıldığı düşünülen mağara Osmanlı’nın son döneminde bölgede arkeolojik gözlemler yapmış olan Fransa’nın Musul konsolosu Pognon adıyla da anılmaktadır. Soğmatar’da Pognon mağarası olarak da bilinen Sin Tapınağı duvarlarında yer alan yedi kabartının Part dönemi valilerini temsil ettiği sanılmaktadır.

Köydeki bir kuyunun Musa’nın Şuayıp’ın kızıyla görüştüğü ve anlaştığı yer olması bakımından önem taşıdığı söylenir.

Buraya kadar gelmişken biraz daha zahmete katlanıp Kutsal Tepe’ye tırmanıyoruz. Tepede gördüklerimiz tırmanmamıza değdi dedirtecek türden. Tepede üzerlerinde kabartılar bulunan kaya mezarları ile tepe düzlüğünde zemine kazınmış Süryanice yazıtlar görülmelidir.

SENEMAĞAR
Dairesel yolculuğumuzun son durağına doğru ilerliyoruz gün sonlanırken! Senemağar(a)’dayız. Beş-on haneli mezradaki tepe üzerine konuşlu ilk Hıristiyanlık dönemi eseri kesme taştan yapılma 3 katlı anıtsal yapının bir manastır ya da saray kalıntısı olduğu sanılmaktadır. Gezdiğimiz hemen her yerleşimde ilgilerini eksik etmeyen köy çocuklarının rehberliğinde kayaların içine gizlenmiş pek çok bölüm ve mağara benzeri yapı olduğunu keşfediyoruz. Yapıların ve bölümlerin her birinin köylülerce kullanılmakta olduğunu görüyoruz.

Soğmatar’a egemen olan pagan etkisine karşılık buranın Süryani merkezi olduğunu düşündüren bulgular baskındır. Köyden ayrılırken yola doğru olan düzlükte bir kuyu çekiyor dikkatimizi. Dörtgen biçimli kuyunun duvarlarından birisinin kare şekilli kutucuklarla bezeli olduğunu fark ediyoruz. Burası da yukarıdaki yapının bazı bölümleri gibi güvercinlerce mesken tutulmuş.

Bölgeye ilişkin gezi rehberlerinde yer almayan Senem Mağara’yı keşfetmiş olmanın coşkusuyla ayrılıyoruz buradan…
Senemağar’dan batıya ilerleyerek Tektek Dağları Milli Parkı’ndaki turumuzu başladığımız yerde, Şanlıurfa’da bitirmiş oluyoruz.

Tektek Dağları Milli Parkı tarihsel ve kültürel yapıların yanı sıra özgün fauna ve florasıyla da dikkati çekiyor. Yöreye özgü türler barındıran milli park bu yönüyle de paha biçilmez değer taşıyor.

Bu yazı Dr. Ceyhun Balcı’nın “cumhuriyetciyorum.wordpress.com” adlı blogunda yayınlanmış olup EbruliTur ile paylaştığı için teşekkür ederiz. 

KIRK YIL SONRA GÜNEYDOĞU 
DİYARBAKIR ULU CAMİSİ 
TEKTEK DAĞLARI ÇEVRESİNDE ORTAÇAĞA YOLCULUK 
GÖBEKLİTEPE’DE ÖRGÜTLÜ İNSANIN HUZURUNDA
URFA’NIN KALBİNDE…

 


Bu turumuzla ilgili Fotoğraf Albümü için TIKLAYINIZ

Ziyaretçi Görüşleri

Bir yanıt yazın

Yılların içinden süzülen anılar…





error: Content is protected !!